Binlerce yıllık geçmişini onlarca uygarlık ve sayısız efsane ile süslemiş olan Anadolu, dünya tarihinde birçok ilke de ev sahipliği yapmış. Dünya kültürüne önemli katkıları olan bu ilklerin arasında neler yok ki; ilk paranın basılması, ilk yazılı antlaşmanın yapılması… Kuşkusuz bu ilklerin arasında yer alan en ilginç ve en masalsı olanı, Anadolu’da yapılmış olan dünyanın ilk güzellik yarışması…
Günümüzde Kaz Dağı olarak bildiğimiz dağın eski zamanlardaki adı İda imiş. İda Dağı, çam kokularının kekik kokularıyla yarıştığı ve yeşilin her tonunun sonsuz bir uyum içinde bulunduğu huzur dolu bir yermiş. Dağın bu sakin ortamının tadını doyasıya çıkartan bir kişi varmış, genç çoban Paris. Bir kehanet üzerine, daha bebekken Troya Kralı babasının sarayından uzaklaştırılmış olan Paris, soylu kimliğinden habersiz çobanlık yaparmış bu dağda. Hayatı, koyunları, kavalı ve İda’nın tertemiz havasından ibaretmiş.
Üç güzeller…
Paris’in yaşamı bu şekilde sakin ve huzurlu sürüp giderken, göklerde tanrıların yaşadığı yerde, görkemli bir düğün töreni yapılıyor-muş. Bütün tanrıların hazır bulunduğu bu düğüne, kıskançlığı ve fesatlığı ile tanınan tanrıça Eriş çağırılmamış. Düğün sahipleri, Eris’in her zaman yaptığı gibi bir tatsızlık çıkaracağından korkmuşlar ama Eriş bu; ne yapmış ne etmiş, yine de düğünü karıştırmayı başarmış. Altın bir elmanın üzerine “en güzeline” sözcüklerini yazmış ve bırakıvermiş masanın ortasına. Masanın etrafındakiler bunun ne olduğunu anlamaya çalışırlarken özellikle üç tanrıça; Aphrodite, Hera ve Athena bunu bir yarışma olarak algılamışlar ve elmanın, bu güzellik yarışmasını kazanana verilmesini istemişler. Böylece düğünün havası birdenbire değişmiş. Herkes en güzeli kimin seçeceğini konuşmaya başlamış guide ensar.
Bu iş için elbette en kudretli tanrının seçim yapması uygun düşermiş ama baş tanrı Zeus, güzellikleri ile her fırsatta övünen bu üç tanrı-çanın arasında kalmak istememiş. Bir şekilde başına iş açacağını düşündüğü bu yarışmadan kurtulmanın yollarını aramış ve sonunda bu işi, Kaz Dağı’nda çobanlık yapan Paris’in üzerine atmış. Zeus, haberci tanrı Hermes’i, tanrıçalara eşlik etmesi ve durumu Paris’e anlatması için, tanrıçalarla birlikte Kaz Dağı’na göndermiş. Yaşamında hiç tanrıça görmemiş olan Paris, hakkında verilen bu karardan habersiz her zamanki gibi koyunlarını otlatıyormuş can dostu kavalıyla birlikte. Kendisine doğru gelen birbirinden güzel üç kadını ve haberciyi görünce şaşırmış zavallı çoban. Hele onların sıradan kadınlar olmadıklarını anladığında iyice afallamış Paris. Çobana bir solukta anlatıvermiş Hermes, kudretli Zeus’un emrini. Paris ne yapsın, “Peki” demiş.
Elmayı kim alacak?
Adaylar hazırlıklarına başlamışlar; kimi saçlarını taramış, kimi güzel elbiseler giymiş, kokular sürmüş. Amaçları birinciyi seçecek olan . Paris’e daha güzel görünmek ve elmaya sahip olmakmış. Tanrıçaların üçü de kendilerinden çok eminmiş ama rakipleri de yabana atmamak gerektiğinin farkındalarmış. Öyle ya, bu tanrıçaların üçü de hem ölümlüler hem de ölümsüzler arasında beğenilir ve övgüler alırmış. Hatta insanlar şiirler, şarkılar yazarmış, onların ölümsüz güzelliklerine. Hera, en kudretli tanrıçalardan biriymiş. Baş tanrı Zeus’un bitmez tükenmez çapkınlıkları arasından sıyrılarak Zeus’la evlenmeyi başarmış. Bu yüzden de hem güzelliği hem de oyunları ile ün salmış, ölümlü ve ölümsüzler arasında. Kıskançlığıyla da ün yapmış olan Hera; kadınların, evliliğin ve doğumun koruyucusu sıfatıyla büyük saygı görmüş insanlar tarafından. Athena, aklın, savaşın ve el işlerinin koruyucu tanrıçası olarak kabul görmüş eski çağlarda. Zeus’un başından doğduğuna inanılan Athena, sanat eserlerinde çoğunlukla zırhlı ve miğferli olarak betimlenmiş. Aphrodite ise cilvenin, aşkın ve güzelliğin sembolü olarak ölümlü, ölümsüz herkesin başını döndürmüş asırlarca. İnsanların aklını başından alan ve kendinden geçiren, aşka dair ne varsa her şeyin Aphrodite’den geldiğine inanan insanlar, tanrıçaya karşı kusur etmemeye özen göstermişler Onlar Ermiş Muradına.
Aphrodite’in teklifi aşktı…
işte bu özelliklerine ve tanrısal güzelliklerine güvenen tanrıçalar, ödülü garantileyebilmek ve rakiplerini geçebilmek için Paris’e çeşitli vaatlerde bulunmaya karar vermişler. Derken yarışma başlamış, adaylar tüm güzellikleri ile çobanın karşısına geçmişler. İlk olarak elmayı almaya çalışan Athena olmuş. Akıl tanrıçası Athena, sert güzelliğinin yanı sıra, Paris’i etkileyebilmek için sonsuz akıl sözü vermiş Paris’e. Böylece en akıllı, en bilge o olacakmış dünyada, ikinci olarak Hera gelmiş Paris’in karşısına. Hera, Paris’in aklını çelmek için Paris’e, karısı ile çok mutlu olmasını sağlayacağına ve istedikleri kadar çocukları olabileceğine dair söz vermiş. Sözüne bir de Paris’i kral yapacağını eklemiş. Son olarak ölümlülerin aklını başından alan aşk ve sevgi tanrıçası Aphrodite gelmiş. Yaşadıklarına hala inanamayan Paris, sessizce tanrıçayı dinlemeye başlamış.
Aphrodite az ama öz konuşmuş; “Eğer beni seçersen dünyanın en güzel kadının aşkı şenindir” demiş, güzelliğinden etkilenen Paris’i süzerek… Üç güzel, kararını bildirmesi için Paris’i yalnız bırakmışlar Kaz Dağı’nın ulu çamlarının altında. Paris gördüklerine mi, duyduklarına mı inansın bilemeden, öylece kalakalmış bir süre. Tanrıçaların güzelliklerini seyretmiş alıcı gözüyle usul usul. Ardından da her birinin verdiği sözleri anımsamış genç çoban. Dedik ya, Paris dağlarda yaşayan bir çobancık. Her ne kadar babası kralsa da o bunu bilmiyormuş. “Aphrodite’yi seçiyorum” demiş. “Ne üstün akıldadır gözüm, ne de büyük krallıkların başına geçmektir niyetim” diye bitirmiş sözlerini ve uzatıvermiş altın elmayı Aphrodite’ye.